13 Ocak 2011 Perşembe

Ağır ve Hafif Çelik Yapılar ile Türkiye’deki Gelişimi

Yapılarda çelik ne zaman kullanılmaya başladı ?
Çeliğin mimaride ve yapılarda kullanımı diğer yapı malzemeleriyle karşılaştırıldığında çok yenidir ve tam olarak anlaşılamadığından hep önyargılarla yanlış değerlendirilir. 1850 yıllarından sonra çelik, yapılarda kullanılabilir hale gelmiş, büyük köprüler, istasyonlar ve gökdelenler çelik olarak yapılmaya başlamıştır. Bu yapıların pek çoğu bugün hala ayaktadır. Şeffaflık, hafiflik, ve seçkinlik (elegance) bu yapıların ortak özelliğidir. Günümüzde bu özellikleri güçlülük ve sağlamlıkla bir araya getiren başka bir yapı malzemesi de bulunmamaktadır.
Yapılarda çelik kullanım oranları nedir ?
Avrupa genelinde 1998 verilerine göre tüketilen 170 milyon ton çeliğin yüzde 38’i inşaat sektöründe kullanılmaktadır.
ABD, Japonya ve Avustralya’da da yılda
yaklaşık 500 bin konut soğuk bükülmüş ya da sıcak haddelenmiş çelik profillerle inşa edilmektedir. Oysa Türkiye’de inşaat sektöründeki payı yüzde 5’i geçmeyen yapısal çeliğin konut üretimindeki kullanım oranı sıfıra yakındır.
Türkiye yapı teknolojisi nedir ?
Bugün Türkiye’de yapı teknolojisi tamamen betona dayalı bir bina kültürü üzerine kuruludur. Betona geçiş, 1940’ların başında, tümüyle tasfiye edilen geleneksel yöntemlerle inşa edilen taş, ahşap, tuğla binalarla yer değiştirerek başlamıştır. Bugün Türkiye dünyada en büyük çimento üreticilerinden birisidir ki, bu durum çimentoya büyük bir nüfuz, iş gücü ve ülke genelinde bir lobi kazandırmaktadır. Türkiye’deki çelik yapımcıları ise genel olarak endüstriyel yapılar yapan fabrikatörler olup bir kaç yıl öncesine kadar çeliğin enerji santralleri gibi yalnızca endüstriyel yapılarda kullanılabileceğini düşünmekteydiler.
Çelik kaç kattan sonra ekonomiktir ?
Bu ilk sorulan ve en sık rastlanan sorudur. Genellikle her türlü ekonomik ve teknolojik karşılaştırmayı saf dışı bırakarak içi rahat bir şekilde betonarme bina inşa etmek isteyen yatırımcılar tarafından sorulur.
Teknik olarak çelik ile beton arasında bu tür bir karşılaştırma yapmak mümkün olmakla birlikte ikisi arasındaki mukayese temelde mimariye bağlıdır. Teknolojik farklılıkları bir kenara bırakılsa bile biri beton diğeri çelikle yapılan iki bina birbirinden tümüyle farklı mimari niteliklere sahip olacaktır. En gerçekçi karşılaştırma ise yapısal elemanların büyüklüğü ve geçilen açıklıkların özgürlüğüne bağlıdır. Depremle ilgili yeni yönetmelik sonrasında 10–15 katlı, temiz açıklığı ancak 6 metreye ulaşabilen binalarda bile kolon büyüklüğü 60 cm gibi boyutlara ulaşmaktadır.
Dolayısıyla bu soruya verilmesi gereken cevap: “Ne çeşit bina istediğinizdir?”
Kompozit çelik çerçeve ile daha hafif, ferah, az sayıda ve daha küçük kolonlarla, metrelerce daha fazla yararlı alanı olan bir bina tasarlayabilirsiniz. Buna karşılık betonarme çerçevede, cepheleri boğan devasa kolonların oluşturduğu kütleler binayı ağırlaştırırken, en üst katlarda yer alan prestij mekanlarına kullanım alanı bırakmamaktadır.
Türkiye’de çelik yapı uygulaması var mı ?
Türkiye’de çelik yapıların sektördeki payı epeyce düşüktür. Bu nedenle uygulamalarına sıklıkla karşılaşmamak doğaldır. Deprem sonrasında sayısız küçük ve orta büyüklükte ofis binası, hastane, okul ve son günlerde artan sayıda 2-5 katlı evin çelikle inşa edilmesine rağmen; insanlarının, pratikte uygulanmış örnekleri görerek öğrendiği ve gördükten sonra inandığı bir ülkede de çelik yapıdan kaçınmak doğaldır.
Türkiye’de kim inşa edecek ?
Bir önceki soruda yer alan örnekleri inşa eden firmaların sayısı bugün az değil. Ancak Türkiye’de çelik yapı teknolojisi, özellikle imalat ve montaj alanında oldukça ileri ve rekabetçi bir bünyeye sahip. Bugün Türkiye’de bu alanda faaliyet gösteren firmaların yurtdışı projeler için uzmanlık ihraç edebilmesi de bunun göstergesi. Çelik yapı teknolojisi inşaat sektöründe yaygınlaştıkça firma ve uzman sayısının da artacağına hiç kuşku yok.
Çelik çerçeveler çok pahalı değil mi ?
Türkiye’de pek kullanılmayan bir yöntem ama; bir projenin ekonomisi her bir metrekarenin fiyatı üzerinden değil, toplam yatırım maliyeti üzerinden hesaplanmalıdır.
Geleneksel bir betonarme binayı inşa etmek daha uzun sürer, binaya sürekli para harcanır zaman içinde hem paranın hem de girdi malzemelerinin maliyetleri paranın geri dönmeye başlamasına kadar sürekli artar. Buna karşılık çelikte daha hızlı bir nakit akışıyla yapı çok çabuk tamamlanır. Bu nedenle çelik yapıda yatırımın geri dönüşü çok daha hızlıdır. Çelik iskeletli bir yapı betonarme bir binadan %5 ıle %10 arasında daha ekonomiktir. Bu da çeliği ekonomik olarak rekabetçi kılmaktadır.
Proje özelliklerine göre çelik daha ekonomik çözüm sunar mı ?
Bu sorunun öncesinde bilinmesi gereken, ekonomi hesabının tamamen projeye bağlı olduğudur. Girdileri değişik iki ayrı proje iki ayrı sonuç verecektir. Alçak yapılarda hafif profillerle ekonomik olarak çelik yapmak mümkündür. Çok katlı yapılarda ise bina mimarisi, açıklık, kat yüksekliği, döşeme kalınlığı, döşeme yükleri, deprem katsayıları hep bu ekonomikliği etkiler. Dolayısıyla bu konuda önemle vurgulanması gereken nokta, temelde mimari tasarım ve proje öngörülerine göre farklılık gösteren ekonomik kriterlerin kendi başına soyut bir kavram olarak ele alınamayacağı ve mimari açıdan eşitlerin karşılaştırmasında çeliğin daha ekonomik olacağıdır.
Çeliğin farklılıkları nelerdir ?
Türkiye’de, sıkça sorulan, ancak çelik malzemenin avantajlarını anlama çabasından çok “Çeliğin neden kullanılamayacağı” yönünde mazeret oluşturma çabasının bir sonucu olan bu soruları kısaca yanıtladıktan sonra, çeliğin yapılara sağladığı avantajları sıralamak sanırım daha doğru olacaktır.
Hafiflik ve esneklik ne gibi avantajlar sağlar ?
Çelik, taşıyabildiği yüklere oranla en hafif yapı malzemesidir. Aslında çelik betonarme, ahşap sınıflaması yerine hafif ve ağır yapı türleri diye ayırırsak çelik bir anlamda ahşap yapı kültürünün çok katlı yapılarda bir devamı olarak hafif yapı türüne girer. Çelik iskeletli yapı bugün içinde oturduğumuz yapıların yarı ağırlığındadır. Bu da depremsellik açısından yaşamsal değerde bir özelliktir.
Çelik, üzerine aşırı yük gelirse eğilir, bükülür, fakat kırılmaz. Bu nedenle beton ve taş gibi ağır ve gevrek, kırılgan yapı malzemelerinden farklıdır. Betonarme yapılarda da esneklik ve sünekliği “betonarme demiri” denilen şekliyle kullanılan çelik vermektedir. Çok daha fazla betonarme çeliği kullanarak ve özel donatı yöntemleriyle betonarme yapıları çelik iskelete yakın esnek, sünek ve tekrarlı yüklere dayanıklı yapmak olanağı vardır. Ancak maliyetler betonun pek övünülen ucuzluğunda olmadığı gibi mimari çözüm, tasarım ve olanakları açısından yukarıda da ağırlık sorunu yerli yerinde durmaktadır.
Görülebilirlik ve erişilebilirlik ne derecede önemlidir ?
Çelik taşıyıcıların her zaman görülebilir ve erişilebilir olması yapı kontrol alanında, her zaman denetlenebilirlik gibi bir güvence getirmektedir. Her bir çelik parçası fabrikada üretiminden başlayarak kalite, boyut, fiziksel özellikler konusunda belgelidir. Çelik bir yapıyı istediğiniz her an kontrol edebilirsiniz. Betonarme yapılarda kalite kontrolü ise olanaksıza yakındır. Çünkü betonarme bir yapıyı oluşturan malzemelerin fiziksel özellikleri değişken ve karakteristikleri de farklıdır. Bu nedenle böyle bir yapıda bunca değişkeni istenilen özelliklere sahip bir sonuca yönlendirmekte malzemelerin kendi serüvenleri dışında, yapıda yan yana gelişlerinden, karışım, karışıma giren oranlar, karışımın niteliği, kalıba dökülmesi, bu esnada işçilik, çevresel etkiler vb. faktörlerin denetiminin zorluğu, çeliği bu anlamda da avantajlı kılmaktadır. Bunların hepsini bir kenara bıraksanız bile yıllar sonra betonarme bir binayı kontrol etmek çok pahalı ve zor bir işlemdir. Oysa duvarların arkasına gizlenmiş bile olsa, çelik taşıyıcı sistemin korozyon, deprem vb. etkilere karşı kontrol edilmesi son derece basit, ucuz ve güvenlidir.
Yapım hız ve tamir olanağı ne derecede önemlidir ?
Çelik veya çelik/beton bileşik taşıyıcılı binaların yapım hızı çok yüksektir. Aynı kapalı alana sahip bir betonarme binaya göre çelik taşıyıcılı bir binanın yapım süresini yarıya, üçte birine indirmek mümkündür. Binanın taşıyıcı sisteminde onarım gerekiyorsa, taşıyıcıların açıkta ve erişebilir olması çelik iskeletin işlenebilirliğini kolaylaştırır. Şekil değiştirmiş parçalar doğrultulabilir veya yenileriyle değiştirilebilir. Tüm bunlardan sonra yapı tamir görmüş bir yapı olmaz, taşıyıcı sistem eski sağlamlığına ulaşır. Araba kaza yaptığında da çelik bölümleri için yapılan da budur.
Deprem davranışı açısından çeliğin üstünlükleri nedir ?
Deprem fotoğraflarından hatırlarsınız, yıkılan binalarda zayıf olan kolonlar kırılmış, sağlam kalan kat döşemeleri birbirinin üzerine iskambil kağıdı gibi düşmüş ve insanlar arasında ezilmişti. Bu çok can yakan bir tabloydu. Aslında deprem güvenli bir binanın davranışı bunun tam tersi olmalıdır. Binanın ana taşıyıcı yapısı hasar alsa bile depremden sonra binayı bir şekilde ayakta tutmaya devam etmelidir. Bunun gerçekleşebilmesi için kolonların mümkün olan en az hasarı alması gerekir.
Yani düşey taşıyıcılar güçlü, yatay taşıyıcılar zayıf olmalıdır. Taşıyıcı yapıda hasarın az olabilmesi içinde yapı hafif olmalıdır. Depremin yaratacağı ivmeyi kontrol edemeyiz ancak binanın kütlesini hafif malzemeler kullanarak yarı yarıya azaltabiliriz. Deprem sonrası tüm teknik raporların işaret ettiği bu ortak noktaya ulaşabilmek için, temelden çatıya, duvardan tavana, tüm yapılarımızın hafifletilmesi gerekir. Hafifleterek deprem yükü azaltılan taşıyıcı yapının ayakta kalabilmesi için yapıyı oluşturan malzemelerin de bu yükleri esneyerek, eğilip bükülerek ama kırılmadan yani sünerek karşılayan, enerjiyi yutabilen davranışları olmalıdır. Oysa bugün ,içinde yaşadığımız ve çalıştığımız hemen hiçbir yapı bu karakterde değildir. 5 bin kişinrin öldüğü Kobe (1995 / 7.2 R), 20 bin insanın hayatına mal olan İzmit (1999 / 7.4) ve 2 bin kişinin kaybedildiği Tayvan (1999 / 7.6) depremlerinde ölüme neden olan çelik ya da çelik-beton kompozit bir binanın bulunmaması pek tesadüf sayılmasa gerek.
Yüzde 100 geri dönüşüm ne demektir ?
Çevresel etki açısından çelik üretiminin toplam kirlilik oranları çok düşük olduğu gibi ürünler de tümüyle geri dönüşümlüdür. Yılda yaklaşık 385 milyon ton çelik geri kazanılmaktadır, bu saniyede 12 ton veya 14 otomobil demektir.Yapıda da kullanım ömrü bittiğinde çelik profiller sökülüp yeniden üretim sürecine sokulup yeni ve kaliteli çelik yapılabilir. Depremden sonra konuyu bilmeyenlerin ortaya attığı gibi hurdadan yapılan çelik kalitesiz olur diye bir kural yoktur. Ucuzluk meraklısı millet olduğumuzdan, sertifikasız üreticilerden veya üçüncü ülkelerden ucuza inşaat demiri alınırsa olacak olan budur. Depremden sonra her şey sorgulandı ama bu ucuzculuk merakıyla inşaat malzemesinden ev alımına kadar hepimizin sorumlu olduğu, kalitenin hayatımızda artık yer alması gerektiği hiç konuşulmadı.
Çelik ve betonunun birlikte kullanımı ?
Çeliğin öne çıkartılması gereken üstünlüklerine değindikten sonra şimdi; “çelik ve betonu bir arada nasıl kullanabiliriz?” gibi teknik olarak çok daha doğru sorular sorulabilir.
Gerçekte Türkiye’deki “kule” projelerinin hemen hepsinde, servisler ve yangın merdivenleri için büyük bir çekirdek bölümü yer almaktadır. Çekirdek yapılmasına izin verecek boyutlardaki binalarda, bizler çekirdeğin betonarme yapılmasını öneriyoruz. Böylece stabilite elemanlarının sayısının azaltılırken, yapının sismik davranışını da ayarlamak ve çelik tüketimini azaltılmak olanağı elde edilmektedir. Ayrıca yapının toplam ağırlığı hala salt betonarmeden hala %40-%50 düşüktür. Tabii bu sistemin tümüyle mimariye bağlı olduğu açıktır ve özellikle narinlik katsayısı yüksek binalarla ve küçük çekirdeklerde uygulanması zordur.
Türkiye’nin çelik yapı teknoloji eksiklikleri nelerdir ?
Türkiye’de çelik konusundaki önyargılara değinmek ülkemizde yapısal çeliğin neden az kullanıldığını tek başına açıklamaya elbette yeterli değildir. Bu önyargıların temelini oluşturan ekonomik ve teknik ve eğitim eksikliklerini ortadan kaldırmak gerekir. Üniversitelerimizde çelik yapı öğretimi yeniden gözden geçirilmeli ve çağdaş teknolojiler öğretilmelidir. Modern çelik yapı kurallarını içeren Avrupa standartları (EUROCODE3 ve 4) norm olarak Türk standartlarına adapte edilmelidir.
Proje yönetimi neden çok önemlidir ?
Çelik iskeletli yapıları ekonomik hale getiren en önemli özellik hızlı inşa edilmeleridir. Ancak Türkiye’de “proje yönetimi” kavramının yaygın olmaması çeliğin bu özelliğini devre dışı bırakmaktadır. Tarafsız, ticari olarak alternatif yapım tekniklerini kıyaslayabilen ve en yararlı olanına karar veren proje yönetim kuruluşları ülkemizde yoktur.
Türkiye’de yapıların bir çoğu müteahhitler tarafından inşa edildiği için, mal sahipleri ve mimarlar müteahhidin yapabileceği bir yapım teknolojisini seçmek zorunda bırakılır. Bu durum, özellikle mimarların tasarım özgürlüğü ve yeteneklerinin kısıtlanması anlamına gelir. Bir müteahhit, sahip olduğu makine ve teknoloji parkı kadar esnektir. Bu gerçek bir çok uygulamacı mimar tarafından da kabul edilmektedir. Bu şirketlerde çalışan bir çok sorumlu teknik insan da, çok uzun bir süreden beri eski teknolojiler ve benzer işler içinde sıkışıp kaldıklarını doğrulayacaklardır. Bu insanlar normal olarak hem ucuz ve düşük kalitede beton üreten ve birbirleriyle yarışan firmaları, hem de hükümetin ucuzcu ihale anlayışından yakınarak konuyu saptırmaktadırlar. Ne söylersek söyleyelim Türkiye’ye çıplak bir gözle
baktığımızda çok sayıda projenin müteahhitler tarafından ucuza mal etme uğruna kötü yönetildiğini ve kalitesiz yapıldığını görürüz.
Bu binaların hemen tümünün inşaatı taşıyıcı çerçevesinin yapımı, ardından mekanik tesisatın yerleştirilmesi, daha sonra kaplamanın giydirilmesi ve içerisinin bitirilmesi vb. şeklinde gelişir. Oysa hızlı montaj, binalarda taşıyıcı çerçeve yapımı sürerken birkaç kat geriden tesisat, cephe, iç giydirme vb. işlemlerinin sürdürülmesine ve bitirilmesine olanak verir. Bu iki teknikten yalnızca ikincisi zaman ve paranın iyi kullanılmasını sağlar.
Bankalar inşaat sektörüne uzak mıdır ?
Ne yazık ki bu sorunun cevabı evettir.
Bankalar Türkiye’de bina projelerine kredi sağlamaz, binaların çoğu mal sahibinin cebindeki nakde bağlı para akışıyla inşa edilir. Oysa dünyanın her yerinde ciddi bir proje için nakit sıkıntısı çekilse devreye krediler girer.
Yakın bir gelecek için, Türk ekonomisindeki gelişmelere de paralel olarak, bankalar tarafından ipotek karşılığında verilen kredilerle canlanan pazar ve uluslararası bankaların büyük projelere olan ilgisi karanlık bir tünelin ucunda küçük bir ışık gibi görünüyor. Koşullar çelik bina yapımı için iyileşmekte ve umuyoruz ki birkaç öncü proje bu tutukluğu kırarak pek çok tasarının önünü açacaktır.
İnşaat mühendisleri modern çelik bina tasarımı konusunda ne durumdadır ?
Türkiye’de iki ECCS (Avrupa Yapısal Çelik Konvansiyonu) yarışmasında kendilerini kanıtlamış strüktürel tasarımcılara sahiptir. Ancak bu tasarımcılar azınlıktadır ve yapı sektörü onları pek tanımaz. Tanınanlar çelik binalar konusunda oldukça az bilgili, tutucu, rahatsız edici bir şekilde beton saplantılı mühendislerimizdir. Büyük olasılıkla bütün bunların nedeni, bildikleri, hep yaptıkları işleri tekrarlamak kolaylığı ve güven duydukları içindir. Bilgisayar destekli mühendislik yöntemleri konusunda ortalama oldukça geri kalmıştır. Üstelik meslek içi eğitim de kurumsallaşmış değil. Tüm bu sınırlamalarla onlar da, çelik gibi üzerinde iyi eğitilmedikleri, donatılmadıkları bir yapı malzemesi yerine, tasarımda daha rahat hissettikleri ve hayatlarını betonarmeden kazandıkları yolu tercih etmekteler. Bu nedenle inşaat mühendislerinin büyük çoğunluğu mühendisliğin; güvenli ve ekonomik çözümler için doğru yerde doğru malzemeyi kullanmaları gerektiğini göz ardı ederek, çok iyi sonuçlar elde edebileceği çelik mimari tasarımından uzaklaştırma eğilimindedirler.
Mimarlar modern çelik bina tasarımı konusunda ne durumdadır ?
Mimarlar genelde çelik kullanmaya açıktırlar. Ancak “Çelik detay tasarımını nasıl yaparız?” gibi önemli bir soruları var. Çünkü bu konuda kültür ve deneyim boşluğu var. Bu boşluğu doldurma yükümlülüğü şimdi mühendislik tasarımcısı ve fabrikatörlere aittir. Mimarlar bu teknolojiyi olgunlaştırana kadar teknik destek gerekli görünmektedir.
Mimarlar ilk çizgilerinden başlayarak anahtar kararları verirler:
Mimarlar kağıdın üzerine daha ilk çizgileri çizmeye başladıklarında “Nasıl bir bina?” sorusu da yanıtlanmaya başlar. Daracık 6×6 veya 7×7 gridler ve çok sayıda kolondan oluşan bir ağ betonarme bir yapıdır. Bu tür bir yapının sırf alternatifini de yaptık diye, çelik çözümü olamaz. Çelik taşıyıcılı iskelet 10-12 metreden başlayarak yüzlerce metreyi geçebilen geniş açıklıklara sahiptir. Bu da sınırsız tasarım, esnek ve zaman içinde değişime de elverişli bir yapı üretimidir. Bu anlamda çelik yada kompozit çelik bir yapıda değişebilen, yer değiştirebilen, başka bir şeyin yerine geçebilen ve eklemlenebilen çelik çerçeve elemanlarının ve hafif bölme duvarlarının katkısı çoktur.
Teknolojik gelişmeler yapı sistemini devamlı etkileyebilir mi ?
İçinde yaşadığımız çağın eğilimi, hızla ve çok sık değişiklilere olanak tanıyan oluşumlar, herşey çok hızlı değişiyor, eskiyor ve yenileniyor. Bu anlamda çelik taşıyıcı yapı küçük veya büyük strüktürel tüm değişikliklere, elemanların değiştirilmesinden, tümüyle kaldırılmasına, takviye ve tamir edilmesine varana dek pek çok seçeneğe açıktır. Bu tür konuları betonarmede değil yapmak, düşünmek bile zordur. Katı bir reçete vermek doğru olmamasına karşın bu konuda genel bir değerlendirme şöyle yapılabilir: Uzun vadeli kullanım esnekliği ve kullanım değeri yüksek bir yapı yapmak istiyorsanız, çelik yapı kullanımının sağladığı büyük olanaklardan
yararlanmalısınız.
Türkiye’de Çelik yapı inşa etmek için ne gereklidir ?
Objektif öncelikleri olan bir mal sahibi ile, bina çerçeve sistemlerindeki alternatifleri keşfetmeye açık, uygun malzeme ve araç desteği ile tüm detayları gerçekleştirerek projenin gelişimini tamamlayabilecek bir mimar gerekmektedir. Bu ikiliyi çelik yapım tekniklerini, bina yapmayı ve ekonomikliği bir arada bilen proje yönetmenlerinin varlığı tamamlarsa; bu üçlüden doğru, kaliteli kararlar çıkabilir. Son zamanlarda hem yerli, hem de yabancı bankalar Türkiye’deki proje uygulamaları için uzun vadeli kredilere destek vermektedirler.
Ayrıca sağlıklı bir proje üretebilmesi için çeliğe karşı çıkmayacak, binanın detaylı tasarım hesaplarını ve dinamik analizlerini yapabilecek yazılım araçlarına sahip (belki deneyim eksikliğinden dolayı başta dışarıdan destek alacak) bir mühendise ihtiyaç vardır. Yangın sistemlerindeki bilgi ve şartname eksiklikleri, danışman firmalar ya da üniversitelerden destek alınarak tamamlanabilmektedir.
Ancak, çelik yapıda tasarım, üretim, montaj işlerinin hepsini kendi bünyesinde oluşturarak yapan firmalar herhangi bir bina projesini başarıyla gerçekleştirebilir.
İstanbul yapı stoku için bir öneri:
İstanbul’un yapı stoku nasıl yenilenecek sorusu İzmit ve Düzce depremlerinden sonra akıllardan hiç çıkmadı, sokaktaki insanın psikolojik gündeminden hiç düşmedi. En ufak sarsıntıda onlarca insanımız üst katlardan aşağı atlıyorlar. Yaşadığımız binalardan ve şehirden korkuyoruz. Bunda da haksız değiliz. Ancak bu kadar korkulmasına rağmen somut bir proje de ortaya atılmadı. Oysa zamanımız ve kaynaklarımız son derece kısıtlı. İstanbul’daki yapıların sağlamlaştırılması ya da yeniden yapılması için devletin hiçbir kaynağının yeterli olmayacağı çok açık.
Öyleyse bu işi neden İstanbul’u bu hale getiren bir mekanizmayı yani “rant” mekanizmasını bu kez doğru yönde kullanarak yapmıyoruz?
Toplumsal aklımızı bir kez de uzun vadede iyi yönde kullanabilirsek İstanbul’u kurtarmak pekala mümkün. Simdi politikacılarımız tarihsel bir dönüşümle oy yerine bilimi kendilerine rehber alsalar, şehrin geleceğini bilimsel olarak planlasalar, bu planlarla şehrin iyileşmesini sağlayacak akılcı ve yönlendirici rant mekanizmaları sağlasalar, bunu halkla da paylaşsalar, İstanbul için doğanın bize bırakacağı zaman dilimi içinde elimizden geldiğince en iyisini yapmaya çalışsak, konumumuzu, şimdikinden daha iyi bir duruma getiremez miyiz? Yoksa mevcudu güçlendirmek, tamir etmek için ne zaman, ne de para bulamayacağız.
Zaten pek çok durumda mevcudu tamir etmeye çalışmaktansa yıkıp yeniden yapmak daha ekonomiktir. Mevcudu olduğu gibi tamir etmek de, yıkıp yeniden şimdiki kadarını yapmak da kimsenin altından kalkamayacağı bir yük. Oysa bu tabloya yukarıda belirttiğimiz bilimsellik ve planlama ve kontrol koşullarına, doğru yönlendirilmiş rantı eklerseniz ve imar kurallarını bu düşünceye uygun hale getirirseniz, şehri bugüne getiren sistemi doğru yönde kullanmış olursunuz. Bu çalışmaları da en riskli bölgelerden başlatabilirseniz ve destek vermek için sınırlı da olsa bulabildiğiniz kaynakları bu bölgelerdeki kamuya açık yapılara yönlendirirseniz, İstanbul için çok yararlı bir iş yapılmış olur. Kamu, hastane, okul, itfaiye binaları ve kriz yönetimi yapılacak yapıları elden geçirmeli, zayıf olanlarını çelik veya çelik beton bileşik iskeletli olarak hızla yeniden yapmalıdır. Burada hız çok önemli, çelik bu hızı sağlamada bize ana yardımcıdır. Bütçede bu iş için simdi gerekli olacak aktarımlar ilerideki vergi kayıplarından çok daha az olacaktır, kurtulacak canlar da yanımıza kar kalacaktır.
Bugünkü maliyetlerle yüzde 40-50 civarında bir rant yaratılabilirse, finansman sorunu kendi kendine çözülecektir kanısındayım. Yalnız şimdiye kadar yapılığı gibi yapıların ortalama yüksekliğini arttırarak rant yaratırken iki şeye çok dikkat etmek gerekiyor. Birincisi yeni yapılacak daha yüksek yapıların hafif ve depreme dayanıklı yapı teknikleriyle yapılması, denetlenmesi ve kalite sisteminin sonradan da denetlenebilecek bir yönteme oturtulması; diğeri de yapı yoğunluğunun azaltılması. Yani binaları yıkılmayacak şekilde yükseltirken şehri de ferahlatmak gerekiyor. Su andaki haliyle, şehrin deprem sonrası en büyük sorunlardan birisi ulaşım yollarını açık tutmak. Bunun için de şehrin bina, bina değil, ada, hatta semt bazında bütünsellik içinde ele alınması gerekli.
Deprem bölgesine gitmediysek bile “İstanbul yıkılır. bizim eve bir şey olmaz”ın geçerli olmadığının resimlerini gazetelerde gördük. Burada her konuda mimarlarımıza çok iş ve sorumluluk düşüyor. Yoksa depremden sonra pek çok kişinin, hatta bazı belediyelerimizin bile düşündüğü gibi bir kaç katı geçmeyen alçak yapılanmayla olsa olsa İstanbul’un yağmalamadığımız bir kaç sulak alanıyla, geri kalan ormanlarımızı da yok ettiğimizle kalır, bir çözüm olmadığını bilmemize karşın, gemisini kurtaran kaptan çizgisinden de öteye gidemeyiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder